Gemilerde Onur Bayrağını Göndere Toka Ediyoruz

Biz, Deniz İşçileri Platformu olarak, denizci LGBTİQ+’ların yaşadığı ayrımcılıkları ifşa etmek ve tüm gemilerde eşitlik ve özgürlük taleplerimizi dile getirmek için bu Onur Ayı’nda bir kez daha sesimizi yükseltiyoruz.

Gemilerde Onur Bayrağını Göndere Toka Ediyoruz

Onur Ayında Tüm Ayrımcılıklara Karşı Ses Çıkarıyoruz.

Haziran ayı, dünya çapında LGBTİQ+’ların direnişinin, dayanışmasının ve varoluşunun kutlandığı bir ay. Ancak bu kutlama, yalnızca gökkuşağı bayraklarının dalgalanmasıyla sınırlı değil. Stonewall’dan bugüne bu ay, aynı zamanda ezilme biçimlerine karşı örgütlü öfkemizi büyüttüğümüz, görünmez kılınan deneyimlerimizi görünür kıldığımız bir politik mücadele alanıdır. Biz, Deniz İşçileri Platformu olarak, denizci LGBTİQ+’ların yaşadığı ayrımcılıkları ifşa etmek ve tüm gemilerde eşitlik ve özgürlük taleplerimizi dile getirmek için bu Onur Ayı’nda bir kez daha sesimizi yükseltiyoruz.

Gemiler, kapalı ve hiyerarşik yapılarıyla yalnızca sınıfsal sömürünün değil, aynı zamanda patriyarkanın, heteroseksizmin, cinsiyetçiliğin, milliyetçiliğin ve ırkçılığın yeniden üretildiği alanlardır. Mürettebat arasında kadın, lubunya ya da farklı milletten bir işçi olmak, çoğu zaman aşağılanmayı, dışlanmayı, cinsel şiddet tehdidi ve sistematik psikolojik baskıyı beraberinde getirir. Bu baskılar, "profesyonellik", "gemi disiplini", "erkek ortamı", "uyum" gibi kavramlarla meşrulaştırılır. Oysa biz biliyoruz ki bu “disiplin”, cinsiyet normlarının ve ırksal hiyerarşilerin denizcilik iş yaşamına nasıl gömüldüğünün bir ürünüdür.

İnadına İsyan, İnadına Özgürlük

Birçok LGBTİQ+ denizci, kimliğini gizlemek zorunda bırakılmaktadır. Erkeklik kalıplarıyla örülmüş kaptan-mürettebat ilişkilerinde, gey bir erkek, trans bir kadın ya da non-binary bir işçi olmak sadece “uyumsuz” görülmekle kalmaz; doğrudan hedef gösterilme, yalnızlaştırılma, işten atılma ve hatta fiziksel şiddetle sonuçlanabilir. Yıllardır gemilerde çalışan bir arkadaşımızın şu sözü ne yazık ki yaygındır: “Gemide kimliğimi açıklarsam karaya daha çıkmadan atılırım.” Bu sadece bir tehdit değil, aynı zamanda bir gerçektir. Denizcilik sektöründe LGBTİQ+ kimliğini açıklayan denizcilerin uğradığı mobbing, sözleşme fesihleri ve sosyal izolasyon belgelenmiş durumdadır

Gemilerde kadın ve LGBTİQ+ denizcilere dönük ayrımcılık, erkeklik normlarının yalnızca cinsel kimlik düzeyinde değil, aynı zamanda beden, davranış ve duygulanım düzeyinde nasıl işlediğini de açığa çıkarır. Lubunya işçiler, “fazla duygusal”, “kadınsı”, “disipline uymayan” ya da “gemi ortamına uygun olmayan” olarak etiketlenerek sindirilir.

Bu aynı zamanda ırkçılıkla kesişen bor durumdur, örneğin Filipinli trans kadın bir denizcinin hem ırk hem cinsiyet kimliği temelinde aşağılanmasına, ücret eşitsizliğine ve sözleşme dışı çalıştırılmasına yol açabilir. Milliyetçi söylemler ise gemi personelinin “biz ve onlar” olarak bölünmesini, yerli olmayan personelin her türlü ayrımcılığa açık hale gelmesini sağlar.

Devletin "Aile Yılı" politikalarına karşı biz, denizciler de "Direniş Yılı" diyoruz.

Türkiye’de LGBTİQ+’lara yönelik devlet destekli nefret politikaları, toplumsal homofobiyi kurumsallaştırmakta ve her alana yaymaktadır. Üniversitelerde kulüpler kapatılmakta, Onur Yürüyüşleri yasaklanmakta, nefret söylemleri iktidar temsilcileri eliyle meşrulaştırılmaktadır. Bu politik atmosfer, denizcilik sektörü gibi zaten ataerkil yapılarla örülmüş alanlarda daha da derinleşmekte, lubunya denizcilerin görünmezliğini pekiştirmektedir. Denizcilik şirketleri, homofobik “uyum” söylemlerinin arkasına sığınarak LGBTİQ+ kimlikleri bastırmakta, iş güvencesi olmadan çalışan denizciler nefretin hedefi haline getirilmektedir. Bütün bu deneyimler, LGBTİQ+ varoluşun sadece özel alanlarda değil, tersanede, limanda, gemide yani iş yerlerinde de bastırıldığını gösterir. Türkiye'deki bu sistematik baskı ortamı, yalnızca lubunya denizcilerin değil, tüm işçilerin insanca yaşama hakkını tehdit etmektedir. O yüzden homofobiye karşı mücadele, sadece bir kimlik mücadelesi değil, aynı zamanda sınıf mücadelesidir.

Dolayısıyla, LGBTİQ+ların özgürleşme mücadelesi ile işçi sınıfı mücadelesi iç içedir. Cinsiyet kimliği ve cinsel yönelime dayalı baskılar, kapitalist üretim ilişkilerinin parçasıdır. Denizcilik gibi yüksek düzeyde disipline edilmiş, uluslararası, ataerkil bir baskı rejiminde bu daha da görünür hale gelir.

Biz, denizci LGBTİQ+’ların yalnız olmadığını, mücadelemizin birbirine değdiğini ve karadaki hareketlerin denizle buluştuğu bir özgürlük hattı kurmamız gerektiğini biliyoruz. Onur Ayı vesilesiyle bir kez daha ilan ediyoruz:

Cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi nedeniyle baskıya uğrayan tüm deniz işçileriyle dayanışmadayız.

Heteroseksist, milliyetçi ve cinsiyetçi gemi kültürünü teşhir ediyor, reddediyoruz.

Irkçılıkla, militarizmle, milliyetçilikle ve kapitalist ataerkiyle savaşmadan özgürlük mümkün değildir.

Denizler, yalnızca erkeklerin ve heteroseksüellerin değil, tüm bedenlerin, tüm kimliklerin özgürce var olabileceği alanlar olmalıdır.

Onur sadece bir ay değil, bizim için bir hayatta kalma mücadelesidir. Biz buradayız, gemilerdeyiz, kimliğimizle çalışıyor, yaşıyor ve direniyoruz.

Gemideyiz, buradayız, gitmiyoruz!

Deniz İşçileri Platformu

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow